CeyhunYılmaz
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
CeyhunYılmaz


 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Fotoğraftaki Sesime

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
abraxas
üye
abraxas


Kadın
Mesaj Sayısı : 457
İş/Hobiler : şiir,resim,radyo dinleme
ruh hali : Fotoğraftaki Sesime Cesur10
Tuttuğu Takım : Fotoğraftaki Sesime Bjkwl9
Kayıt tarihi : 01/10/08

Fotoğraftaki Sesime Empty
MesajKonu: Fotoğraftaki Sesime   Fotoğraftaki Sesime Icon_minitimeSalı Ekim 07, 2008 2:01 pm

Fotoğraftaki sesime…

« Yoksulluğa karşı takınılan vurdumduymaz kayıtsızlık,
insanlığa yöneltilmiş bir soykırımdan farksızdır. »*

Herkesin “bir zamanlar…” diye başlayan cümleleri vardı. Benim de…

İşte o “bir zamanlar…”ı dolduran, varoluşun sevmekten çok sevilme çabasına, tanımaktan çok tanınmaya, her anın minik de olsa bir tebessümle harcanmasına bağlı olduğu kimliklerimiz… O zamanlardı; çocuklar hep gülerdi, hiç üzülmezlerdi, gözyaşları dediklerini yaptırmak için ebeveynlerine uyguladıkları bir zorlamaydı, o kadar. Çocuk dünyasında üzüntü hiç olmazdı ki…

Hep derler ya, kimileri yedisinde neyse yetmişinde odur; kimileri “bir zamanları…”nı bugün de yaşarlar, yarın da, ölene kadar. Kimileri ise…

Bir zamanlar neysek o olabilirdik belki… “Fotoğraf” denen illet ruhumuza hiç bulaşmasaydı…

Fotoğraf; yaşadığımız fanusları kırıp çırılçıplak bırakabiliyor insanı… Birgün bir fotoğrafta, yüzünüze bakan bir çocuk, o güne kadar temellerini sağlam attığınızı sandığınız bütün kavramları, inşasını tamamladığınız benliğinizi yerle bir edebilir. Elbette ilk tepki çığlıktır, duyulmayan… İnkardır, kaçınılmazlığın bilincinde… Bugüne kadar kaçtığımız acılar, reddedemediğimiz biçimde omuzlarımıza yüklenirken, kaçtığımız o acıların aslında ne kadar da insana, insanlığımıza ait olduğunu keşfediveririz. Bütün keşifler, “bir zamanlar…” diye anlatmaya başladığımız yaşamların çok gerilerde kaldığının, flulaşan bir geçmişe dönüştüğünün acı habercisi gibidirler…

Şimdi, şu fotoğraflardan bana bakan çocuk gülüşlerine ve çocuk hüzünlerine takılıp kalmışken, bende yarattıkları o tanıdık sarsıntının ilk keşfine gidiyorum….

Yağmurlu bir Ankara sabahı, Keçiören’in sokaklarından birinde, eski bir apartmanın bodrum katındayım. Katıldığım yardım etkinliklerinden birini daha yapma sevdası ile, bir arkadaşımın peşine takılıp, 17 ağustos depreminden bir hikayeye konuk olmaya geldik. O güne kadar yaptığımız yardımlar hep çocukları güldürdü, birlikte eğlendik, yine görüşeceğiz dedik, kimileri ile yine görüştük, kimileri ile görüşemedik, ama gülen çocuk yüzleri ile içimiz hep rahattı. Akşam huzur içinde koyduk başımızı yastıklara. Çocuklar gülüyordu ya, iş tamamdı.

Yeni çocuk gülüşleri için geldik bu bodrum katına. Yardım edecektik, onlar gülecekti, biz de mutlu mesut evimize dönecektik…

İki çocuk. Biri 18, biri 10 yaşlarında. İlk karşılaşma, ilk bakışlar çocuk hüzünlerinin tokadı gibi olsa da, dayandık, biz buradan çıkıp gidene kadar kavuşacaktık gülüşlerine. Sonra kesik kesik cümlelerle hikayeler anlatıldı. Baba ve annenin depremde ölümü, abinin bacaklarını kaybedişi, ameliyatlar, kimsenin sahip çıkmaması üzerine Ankara’daki akrabalara mecburi geliş… Akrabalara bakıyorum; hiç de istekli görünmüyorlar kendilerine sığınanlara. “Sığıntı” kavramını ilk keşfediş!.. İki kardeş yanyanalar, bu eve değil, birbirlerine sığınmış hüzünlü bakışların sahipleri onlar. Bizim onlara sağlayacağımızdan daha çok yardımlar almışlar. Abiye protezler takılmış, okullar bulunmuş, okula gidip gelmeleri sağlanmış. Yarınlar? Yarınlar garanti olmasa da, karınları doyacak ve yaşam devam edecek… Yapacağımız yardımın hiçbir anlamı yoktu. Meğer, geri dönüşü mümkün olmayan kayıpların kabullenilmiş sessizliğini taşıyan bakışlarmış, eve ilk girdiğimizde yüzümüze çarpan tokat. “Çaresizlik” kavramını ilk keşfediş… Çocuk gülüşlerine kavuşamamanın çaresizliği…

Fatih Akın’ın İstanbul Hatırası’nda, sokak müzisyenlerinden biri konuşuyordu: “Sen taşın ne olduğunu bilir misin? Başını taşa dayayıp uyu birgün, o zaman anlarsın taşın ne olduğunu!”…

Hiçbir yaşam, bizzat yaşamadan anlaşılamaz belki… Hem zaten, gerçeğin ne kadarına katlanabiliyorsak o kadarını yaşamıyor muyuz?... İşte o yağmurlu Ankara sabahında, katlanabileceğim gerçekleri çoğaltmaya karar verdiğimde, en büyük desteği fotoğraflardan alacağımı bilmiyordum. Bana hüzünle bakan çocuk fotoğraflarına ajitasyon yaftasını yapıştıranlara, eskiden öfkelenirdim, şimdi sessizce, o hüzünlerin gölgesi ile gülümsüyorum.

Gülen, hele şöyle dolu dolu gülen çocuk fotoğraflarını çok seviyorum. Düşlerimin umutları onlar. İyi ki varlar. Ama biliyorum ki, o fotoğraflardan taşıp yüreğimizi dolduran umutlar, günlük koşuşturmalarımızın, sıradan ihtiyaçlarımızın ve çekişmelerimizin arasında yitip gidiyorlar. Unutuyoruz. Bizi rahatsız eden, acı veren herşeyi unutuyoruz. Kendimize dönük küçük dünyamızın kaygıları, o dünyayı büyütebilecek ve belki de daha yaşanılır bir dünyaya neden olacak acılara, o acıların farkındalığına kapılarını kapatıyor. Oysa, bir fotoğraftan bize bakan minik yaşamlardan ne çok şey öğrenebilir insan… Ve biliyorum ki, gözlerini bir fotoğraf karesinden bize dikmiş minik yüreklerin gülmeyen bakışları, yakamızı asla bırakmaz, kendini unutturmaz…

Yaşamınızdaki dönüm noktalarını hatırlayın, bizi değişmeye ve yeni yaşamlar aramaya iten nedenler, bizi rahat ettiren değil, rahatsız eden şeyler değil mi? Kim rahatını bozmak ister ki? Ama eğer hala yaşamınıza ait bir dönüm noktası yoksa, yaşadığınızı sorgulamanızın vakti gelmedi mi acaba?

Mehmet Eroğlu son kitabında soruyor: “Bizi en çok insan yapan nedir? İşte, cevabı bulunması gereken soru bu.“ Kitabın başka bir yerinde cevabı veriyor: “Demek insanı en çok insan kılan şeyin, acısına duyduğu sadakat olduğuna inanıyordu. “*

Amacım, çocuk hüzünlerini çocuk gülüşlerine üstün kılmak değil. Belki, çocuk bayramını konu alan bir sayıda çocuk hüzünlerinden sözetmek de doğru değil. Ancak, yaşadığımız dünya beyazın bekaretini kaybettiği bir dünya. İnanabileceğimiz çok az şeyin kaldığı bu dünyada, belki tek ve en önemli gerçek sevgi. Sevinçleri olduğu kadar acıyı da, mutluluk kadar mutsuzluğu da, gülüşleri ve hüzünleri de içine sığdırabilen bir sevgi. Nedenine ihtiyaç duymadığımız kadar basit ve katıksız bir sevgi…

Düşler… Sevginin çiçekleri… Gerçeklerden daha çok inandığım düşlerim… Kaç kere baktım bilmiyorum, bana yaşamın bilmediğim bir yüzünü anlatan bu minik bakışlara… Her baktığımda yeni bir düş ekliyorum heybeme… Artık düşlerim sadece bana ait değil, daha geniş…

Çocuk hüzünlerinden düşler topluyorum, çocuk gülüşlerine saklıyorum…

Çocuk gülüşlerine sakladım düşlerimi…

Şule TÜZÜL
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.frekans.eniyiforum.net
 
Fotoğraftaki Sesime
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
CeyhunYılmaz :: Edebiyat Şiir Hikaye :: Hikayeler-
Buraya geçin: